Bir zamanlar ‘Doğan
görünümlü Şahin’ diye bir ifade vardı. Sanırım 80-90’larda, alt sınıf Şahin
modeli aracın tadil edilerek üst sınıf Doğan modeline benzetilmiş haline
denirdi. Ne olacak benzetince? Bir üst sınıfa atlanmış gibi olacak, yani ‘mış
gibi’ yaşanacak. Bu durum bir zihin yapısının göstergesidir, olduğundan farklı
görünme arzusudur. Bu bir kendilik problemidir, ya kişi kim olduğu hakkında
kesin bir kanaate sahip değildir ya da kendini sevmiyordur ve ‘mış gibi’
yaşamayı seçmiştir.
Bu zamanla yaygın bir tarz haline geldiğinden olsa gerek,
toplumda modernmiş gibi, mutaassıpmış gibi, zenginmiş gibi, elitmiş gibi,
şehirliymiş gibi, bilgeymiş gibi, asilmiş gibi, batılıymış gibi, doğuluymuş
gibi, milliymiş gibi, gelenekçiymiş gibi, ilericiymiş gibi, dindarmış gibi yaşamları
da görmek mümkün olmaktadır. Bu davranış modelinin önünde öykünme, arkasında
kendini sevmeme / tanımama olduğunu görebiliriz…
Öykünerek yaşamak aynı
zamanda özsaygı yitimi ile de ilgilidir. İnsanın dışardan göreceği saygı en
fazla kendine duyduğu saygı kadardır, bir gram fazlası değil. ‘Mış gibi’
yaşayanlar kendine saygı duymamış olacağından, aslında benzemeye çalıştıkları
kesimden de saygı görmeyeceklerdir. Birinin sizi taklit ettiğini, sizin gibi
olmaya çalıştığını düşünün, o kişiye nasıl bakarsınız? Sanırım cevap belli.
Bana benzemeye çalışan biri ile içi dolu bir arkadaşlık yapmam çok zor olurdu
herhalde…
Kültürel anlamda bir
başka yere öykünmenin, yön ve kimlik kaybı dışındaki en zor yanı sürekli
başkalarının bakış açısını takip edip, ipin ucunu kaçırmamak adına, kendinize
ince ayar çekmek zorunda kalmanızdır. Bu çaba yaşam enerjinizin büyük bir
kısmını eritir çünkü gücünüz taklit için gerekli olan izle-yorumla-uygula
sürecinde yok olur. Bir de sürekli ‘Doğru mu yapıyorum’ endişesi ayrı bir
enerji israfı doğurur. Dahası bu tarzı doğal yollarla sonraki nesle
aktarırsınız, zamanla makas iyice açılır…
Kitlesel değişim
mümkündür, ancak bu gönüllülük ve zaman işidir. Alman araştırmacılara göre
kültürün değişim süreci 200 yıl imiş. Bizim kültürümüzde bu 7 kuşak olarak
bilinir, yaklaşık aynı süre. Gerçek toplumsal dönüşüm, kuşaklar gerektiren uzun
bir süreç olacağından, işe öykünerek başlamak aceleciler için bir yol olabilir.
Fakat bunun arkasından yaşanacak iç - dış gerçeklik çatışması kişiyi zora
sokacaktır. Bu bilgisayar dünyasındaki yazılım ve donanım uyumsuzluğu gibi bir
şeydir, sürekli arıza verir. 1950’lerdeki şehirlere olan yoğun göçün getirdiği
‘acilen şehirli olma’ dürtüsünün sonuçlarını görmek zorundayız…
‘Batılıymış gibi
düşünme’yi ele alırsak, sebebi batının gelişmişliği gibi gözüküyor, doğrudur
ama kültürel taklitle gelişmişlik olmuyor. Mesele kendin kalarak rekabet
edebilme becerisidir. Batının gelişmiş olmasının asıl sebebi ‘kendi olma’ ve
‘kendiyle barışık olma’nın sağladığı ‘öz güven’ dir. Onların öykündükleri bir
yer yok, batılı olmanın ilk kuralı budur, çekiciliği bundandır. Ayrıca,
batılının 100 yıl önce 1919-20’de bu vatanı istila etmeye niyetlenmiş olduğunu
bilerek ‘batılıymış gibi’ davranmak başka bir çelişkidir, bu ‘celladına âşık
olma’ durumudur. Hem biz olarak yaşamanın nesi var, niye başkalaşalım ki?
İhtiyaç duyulan şey
kendin kalarak zamana ve ortama uygun düşünce, tutum ve davranış
geliştirmektir. Kendi kültürümüzü içselleştirip kendimiz olduğumuzda bir
referans noktasını borsa gibi takip etmekten kurtulur, öz kaynaklarla düşünüp
davranmanın kolaylığını ve dayanılmaz hafifliğini yaşarız. Böyle yaparak
izle-yorumla-uygula sürecinin yol açtığı enerji israfından da kurtulmuş oluruz.
Bu da bize rahatlık ve öz güven hissi vereceği gibi bu sayede tasarruf edeceğimiz
yaşam enerjisini başka alanlara kaydırabilir, artan yakıtı gelişmişlerle
rekabet için kullanabiliriz…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder