Gülümseyen Toplumlar
Gülümsemek bir hoşnutluk ve içtenlik ifadesidir. Bazen bir
tepkidir, bazen bir başlangıç sunumu, bazen bir iyi niyet mesajı, bazen de iletişimde
bir katalizördür (kolaylaştırıcı). İçinde bulunulan zaman ve şartlar aynı şeye
sizi gülümsetebilir de gülümsetmeyebilir de. Ancak gülümsemek için duygu
kanallarınızın açık ve pozitif yüklü olmanız bir de hoşnutluğu yakalamış olmanız
şarttır. Formaliteden ya da zorunluluktan yapılanlar hariçtir. Bu bazen
esprilere ayıp olmasın diye verilen bir tepkidir de. Gülümsemeyi üç değişik
kıtada gördüm, farklı şekilde kullanıldığına tanık oldum…
Avrupa’da gülümseyen de var gülümsemeyen de ama ortalama
olarak Avrupalının fabrika ayarı bana ‘Nötr bakış’ gibi geldi. Yani ne
gülümsüyor ne de somurtuyorlar. Ancak kendi içlerinde barışık oldukları kesin.
Bankada, mağazada bir işiniz varsa ödeme dâhil her temasta bir gülümseme ile
karşılaşmak mümkün. Bu da işleri kolaylaştırıyor ortamda daha pozitif bir hava
esmesine yardımcı oluyor. Siz de gülümsemeyi seçerseniz daha kolay bir iletişim
sağlanıyor…
Afrika Kıtasında yalnızca Güney Afrika’yı görebildim. Karma
bir etnik yapı var. Yerliler, Asya’dan zamanında köle olarak getirilenler ve
Avrupa’dan sömürüye yardımcı olmak için ihraç edilmiş bir grup zengin-elit
zümre var. Yerlilerden gülümseyeni nadiren gördüm, belki yoksulluk çektikleri
içindir. Asya da yoksul ama geneli öyle, Güney Afrika’da aşırı zenginlikle
aşırı fakirliğin yan yana olması buna sebep olmuş olabilir. Asya göçmenleri ise
orta kesimde, orijinal gülüşü kaybolmuş. Toplumda güvenlik sorunu olduğu için zengin
kesimin de pek gülümsediğini söyleyemeyeceğim. Bu bölgede fabrika ayarı
tutmamış…
Asya Kıtasındaki Tayland, Malezya, Endonezya ve Singapur’da
durum biraz farklı duruyor. Onlar sürekli gülümsüyor, konuşurken, araç
kullanırken, kafede otururken, alışveriş yaparken yani günün her saatinde
gülümsemeyi yüzlerinden düşürmüyorlar. Özellikle Tayland, komple gülümsüyor.
Bunun Budizm ve Hinduizm’den kaynaklı olduğunu düşünüyorum. Çünkü bu dinler
yalnızca ahlak öğretisi üzerine kurulu olup tamamen insan ve toplum ilişkileri
üzerine yoğunlaşmışlar. Bu insanlar her yerde gülümsüyorlar, gülümsemediğiniz
zaman sizin onlara bir gareziniz olabileceğini düşünüyorlar. Öğretmen, doktor,
hasta, polis, asker, işçi, memur, çoluk çocuk herkes, sosyal ya da kamusal alan
fark etmeden sürekli gülümseyerek konuşuyor. Üst ya da ast olmak fark etmiyor. Fabrika
ayarları gülümsemek…
Bize gelince, bölgeden bölgeye değişse de durum biraz
negatif duruyor. Çoğumuz somurtkan ve ciddi duruşa sahibiz. Konuşurken
gülümsemek sanki sadece çocuklara yakışırmış gibi. Çoğu kez sebepsiz gülümsemek,
hafif meşreplik, hafife alma, ciddiyetsizlik, oyuna getirmek ya da gizli bir
yaramazlığa işaret edebilmektedir. Çoğu yerde gülümseyerek konuşmak başka
anlamlara yol açabiliyor. Mesela, İstanbul’da alışveriş yapmış Asyalı bir kadın
şu soruyu sormuştu: “Neden dükkân sahiplerinin yarısı benden telefon numaramı
istediler?” Ben de ona sordum; “Konuşurken içten mi gülümsedin?”. Şaşkınlıkla
verdiği cevap şu oldu; “Nasıl yani, biz bunu hep yaparız”… Yorum yok… Gülmemeyi
çocukken öğreniriz, cıvık olmamak adına. 1970’lerde 7 yaşında ilkokulda asker
gibi sıraya girer, ‘rahat-hazır ol’ der, rap-rap yürür, dirsek teması aralığı
hizaya geçer yani asker muamelesi görürdük. Bu, 7 yaşındaki bir çocuğu
gülümsetmez. Askere giden, gülümseyince azarlanacağını bilir. Kızlar yanlış
zamanda, yanlış yerde gülümseyince ne olacağını bilir. Karakollarda
gülümseyemezdiniz bir zamanlar. Devlet dairesinde asla gülümsenmezdi, ceket
ilikleyerek girmek zorundaydınız eskiden. Bir de gülümsemenin önüne geçmek için
deyişler türetmişiz: ‘Ne gülüyorsun, açıkta bir şey mi gördün?’, ‘Pişmiş kelle
gibi sırıtma’, birer gülümseme savar silahı olarak sıkça kullanılır. Şarkılar
defalarca “Gülmek sana yakışıyor” diyerek durumu düzeltmeye çalışmış olsa da
pek etkili olmuşa benzemiyor. Fabrika ayarımız daha çok ciddiyet şeklinde…
Mizacımız bu konuda belirleyicidir. Mizaç ta insanın
genetik yapısından tutunda, tarih boyunca taşıdığı kolektif bilinçaltı,
yaşadığı coğrafya, içinde bulunduğu iklimden etkilenebilir. Mesela, Balkan
toplumlarının yaşadıkları çetin doğa koşulları nedeniyle biraz sert bakışlı
oldukları söylenir. 1071’den beri Anadolu’da çektiği kahır, Türk toplumunun
gülümseme yeteneğini kırmış olabilir. Geçmişimiz ve yaşam koşullarına bağlı
olan ruh halimiz de kişisel nedenlerden sayılabilir. Evet, temel kural olarak
kimseye benzememiz gerekmiyor ancak açtığı kapıları dikkate alırsak, her şeye
rağmen gülümsemeyi seçebiliriz. Bunun için biraz yaşam sevinci duymak gerekebilir…
H. Ali YILDIRIM, 04.03.2019
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder