Stockholm Sendromu

Stockholm Sendromu

Kişinin kendi saldırganına hayranlık duyduğu, “Celladına âşık olma” durumu vardır. Yani kişi bir şekilde korunacağı beklentisi ya da güce duyduğu hayranlık ile kendisine zarar verene özel his besliyor. Buna psikoloji “Stockholm Sendromu” diyor. Kavram şöyle oluşmuş: İsveç´in Başkenti Stockholm´de bir banka soygunu yaşanır ve birkaç gün rehin alma durumu olur. Bu esnada kadın görevlilerden biri korkudan Çete Liderine “âşık olma” numarasıyla durumu kurtarmayı amaçlar. Numara uzun sürünce, iş çığırından çıkar ve durum ciddi bir ilişkiye dönüşür. Böylece kadın, korku meselesini halletmiş ama kötüye teslim olmuştur. Psikologlar konuyu inceler ve şu sonuca varır: “Kişi saldırganla baş edemeyeceğine kanaat getirince, savunma refleksi olarak saldırgana yapay bir sevgi üretebilir”. Sendromun ismini de olay mahallinden almışlar ve “Stockholm Sendromu” demişler. Sürekli kazıklandığı yerden alışveriş yapanın durumu da böyledir, ütülmeye doymaz. Çünkü kazıklamak bir tür saldırıdır ve bazıları bile bile bunu yapmaya devam eder…
Buna muhtemelen kişinin kök inançları da dâhil olmuştur. Kök inancında “saldıran biri varsa sevgi kanalına gir ve onu sevgiyle kontrol et” inancı yerleşik olabilir. Kişi küçüklüğünde aşırı güç kullanan babasını ona sevgi ile yaklaşarak yatıştırmayı öğrendi ise, yetişkinliğinde de aynı duygu şeması ile benzer davranışlar sergiliyordur. Buradaki örnekte aşırı güç kullanan baba “saldırgan” oluyor. Bir kez şablon yerleşti mi özel bir çaba sarf edilmez ise kişi artık bu şablonla yaşayacak ve benzer olaylar karşısında benzer tepkiler verecektir. Saldırganlıkla karşılaştığında doğrudan sempati yoluna kayacaktır, çünkü duygu şablonu kendiliğinden hareket edecektir. Peki, ne yapmalıydı, kadın banka soyguncusuna karşı mı koymalı idi? Hayır bu da diğer aşırı uçtur. Kendi başına bir şey yapamaz. Yapılacak olan kendisini ve diğerlerini koruyacak kadar minimum zorunlulukları yerine getirip ancak kötüye eşlim olmaması gerekmektedir. Yani durum en kolaydan biraz daha zor, biraz risk ve kararlılık ve yeterince esneklik gerektiriyor…
Bu tür bir duygu şeması kişilerde olduğu gibi toplumlarda da ortaya çıkabilir. Güçlü olduğu için istediği her yere saldırabileceğini düşünen ve bunu uygulayan ülkelere karşı hedef ülke toplumları mağdur oldukları halde bir hayranlık ve sempati duyabilir. Bunun arkasında “güçle beraber olup tehlikeyi bertaraf etme” duygusunun hâkim olduğu sanılmaktadır. Yani saldırgan güce karşı durup zarar görmektense, “itaat edip rahat etme” yolunu seçmekten bahsediyoruz. Bu takdirde kişi ya da toplum, özgürlüğünden de vazgeçmiş olmaktadır. Bu durum teslimiyetten biraz daha farklıdır. Teslim olursunuz ancak sempati duymazsınız, bu durum başka. Bahsettiğim durum mandayı seve seve kabullenme durumudur. Bu durumda artık siz, siz olmayacaksınız, severek teslim olduğunuz saldırganınızın sizin için biçtiği rolü oynamak zorunda kalacaksınız demektir. Bu şekilde hareket edenler diğer karşı koyanları da engelleme içgüdüsüne sahiptir…

Aynı duygu Stalin gibi saldırgan tavırlı liderlere de beslenebilir. Bunu “güce tapma” duygusunun da beslemesi mümkündür. Sağlanacak kişisel çıkarlar, makam yarışları, politik güç sahibi olma, sosyal statü artırma isteği vb. birçok etken bu duyguyu körükleyebilir. Bu tür insanlar söz konusu liderlerin bürokratları olmak için ideal adaylardır. Sonuçta tabanda büyük bir halk kitlesi vardır ve bunları lider tek başına yönetemez. Öyleyse saldırgan lider ve halk arasında bu tür bir ara kademenin olması kaçınılmazdır. Bu tür liderlerin gönül rızası ile verilen oylarla işbaşına gelmesi düşünülemez, mutlaka şu ya da bu şekilde bir zorunluluk vardır. Bu zorunluluğun en dibinde ise mutlaka korku vardır. Bu korku insana her şeyi yaptırabilecek niteliktedir. Buna “kendi celladına aşık olmak” deniliyor. Kim bilir bu aşk “Belki cellat ta beni sever ve giyotinden vaz geçer” güdüsüyle oluşan sahte bir aşktır. Yoksa insan celladına niye aşık olsun…
H. Ali YILDIRIM, 27.05.2019

Hiç yorum yok:

Bu Blogda Ara