Öyle hassas bir ikili ki bu yetki ve sorumluluk, hayatın her alanında
karşımıza çıkar. İşte, evde, okulda, oyunda, seyahatte her yerde kendini belli
eder ama çoğumuz dikkat etmeyiz. Gelişmiş toplumlarda yetki ve sorumluluğun bir
denge de olması öğretilmiştir. Yani yetkiyi elinde tutan kişi yetkisi kadar da
sorumludur. Bu denge, söz konusu toplumlarda kişiler veya makamlar arasında net
bir sınır çizilmesine de imkân sağlamaktadır. Basitçe söylersek kararı kim
aldıysa sonuçtan o sorumludur. Bizim gibi gelişmekte olan toplumlarda ise bu
konuya pek dikkat edilmez. Hatta yetkilinin sorumlu olamayacağı gibi yaygın ve
yanlış bir kanaat te vardır. Genel olarak; “Davul sende tokmak bende”, “İyi
olursa benden kötü olursa senden”, “Karar benim sonuç senin”, “Ben beyazım sen
siyah” gibi bilinçaltı mesajlarla güdülenirler…
Evde, kadın erkek fark etmez, biri karar verici olmak ister ama kararların
sonucunu göğüsleyecek cesareti yoktur. Falanca semte taşınmayı ister ama
mahalle huzursuz çıkınca, ortaya çıkan olumsuzluğu sahiplenemez ve ötekini
problem çözücü olarak görevlendirir. İnternetten sipariş verir ama mal bozuk
çıktığında problemi ötekine çözdürür. Hangi aracın alınacağına karar verir
ancak sorunlu bir araç alınmışsa sanayi aboneliğini ötekine yıkar. Çocuğa A
şeklinde davranır ama çocuk bu nedenle agresif olunca ötekini jandarma olarak
görevlendirir. Sanırım anlatabiliyorum…
İşyerinde şef ya da patrondur, doğal olarak o birimde son kararı o
söyleyecektir. Karar verir, sonuçta birkaç olumsuzlukla karşılaşılınca üst ya
da astlardan birini suçlar ama asla sonucu göğüslemez. Çünkü hiçbir işin
mükemmel olamayacağını anlamazlar. Olayı eksi ve artısıyla kabul edip, toplam
kalitenin ne olduğuna bakamazlar. Seyahatte, gidilecek yeri, vasıtayı, oteli
bunlar seçer, sonunda birkaç şey mutlaka aksar ama bunu dünyanın sonu imiş gibi
görürler. “Eh, elimden buydu” deyip durumu erdemlice kabullenemezler.
Suçlayacak birilerini mutlaka bulurlar, bulamazlarsa, belediyeyi ya da devleti
suçlar, düzenin bozuk olduğundan dem vururlar…
Bu örnekler çoğaltılabilir. Değişmeyen şey şu; bu insanlar
mükemmeliyetçidir ve %20´lik kusur bile onları ölümüne rahatsız eder.
Yanlarında her zaman suçlayacak birini tutarlar, asla da ayrılmak istemezler.
Çünkü bu kişi onların can yeleğidir. Zor durumda onu suçlu gösterirler,
bir tür günah keçisi yaparlar. O olmayınca suçu kime atacaklarını şaşırırlar.
Sanki kendisi asla kusurlu olamazmış gibi düşünürler. Bu insanlardaki temel
çarpıklık, yetki ve sorumluluğun birlikte olacağını anlamamış
olmalarıdır. Hiçbir taşın altına ellerini sokmazlar ama ne hikmetse kararı
onlar vermek isterler. Onlarla birlikteyken garip bir tedirginlik ve
güvensizlik duymanız mümkündür. Çünkü asla sorumluluk almayacaklarını, bir
şekilde sıyrılacaklarını hissedersiniz…
Bunlar kifayetsiz ve muhteristirler, yani hem beceremezler hem de
ihtirasları dinmez. Nasıl olsa sonuç iyi olunca üstlenecekler, kötü olunca
“öteki”ne yıkacaktırlar. Bu yüzden rahat gözükürler. Sorumsuzluğun dayanılmaz
hafifliğini yaşarlar. Neyi yıktıklarını bile göremezler, çünkü artık kör
olmuşlardır. Davranış biliminde bir temel kural vardır: ‘Eğer kişi kendi hal
ve tutumlarının sonuçlarına katlanmıyor ve her seferinde birileri onu
kurtarıyorsa bu kişi asla büyümeyecektir.´ Bu tür insanların hayati
kararlar almasına göz yumulamaz, ancak günlük meselelerde karar almaları için
açık alan bırakmak gerginliği azaltabilir. Basit olumsuz sonuçlarda onlara
şefkatle tebessüm etmek te gerekebilir. Mesele hayati olmadığı ve sonuçlar
yalnızca kendilerini bağladığı sürece bırakın istediklerini yapsınlar. Ama
onları asla kurtarmayalım ki kendi sonuçlarıyla yüzleşip büyüyebilsinler. Çünkü
büyümek ancak acı ile mümkündür. Tıpkı büyüyen çocuklardaki kemik ağrısı gibi…
H. Ali YILDIRIM, 04.02.2019
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder