İkirciklilik terimi tutarsızlığı ifade eder. Başkalarını çevreci olmaya
zorlarken, kendi fabrika atıklarını dereye boşaltma çarpıklığıdır. Sosyal
adaleti savunup emperyalist güce hizmet etme çelişkisidir. Güçlüyse, demokrasi
türküsü söyleyip, zayıf devletleri talan etme halidir. Güçsüzse, hem
bağımsızlık nutku atıp, hem de talancının ‘değirmenine su taşıma´ durumudur.
Güçsüz olan ikircikliler, sürekli bir iç çatışma halinde olduğundan, güçlünün
seçimine yönelmeyi severler. Arkasından, başkasının oyuncağı olma, yaşamla
boğuşma, önünü görememe, plan yapamama ve net bir zihin durumuna ulaşamama hali
baş gösterir. Bu da kaostur, strestir, iç barış yoksunluğudur. Kaos içinde
debelenen bir kimliğin yarattığı ruh haline ‘zihin terörü´ de diyebiliriz. Bu
durum kişide olabileceği gibi toplumlarda da olabilir. Zihni böyle olan kişi
hırslı ise ‘Kifayetsiz muhteris´ diye anılacaktır, toplumu bilmiyorum…
Kişiler gibi toplumlar da kimliklerini bilinçaltı kayıtlarının etkisinde ve
bir arada yaşarken oluşturuyor, birinin söylemesi ile değil. Mesela, kendi
çocuğumuza birini gösterip onun gibi olmasını istersek, çocuğu kızdırmış oluruz
ve neden aksileşti diye de merak ederiz. Burada istemeden örnek kişiyi
‘Robinson´, çocuğumuzu da ‘Cuma´ yerine koyduğumuzu bilmeyiz. Çocuğun isyanı
kimliğinin reddedilmesine verdiği tepkidir. İsyan etmeyen çocuk ta, babası
varken başka, yokken başka biri olmayı seçebilir. Buradan bakınca ikircikli
zihin yapısının ailede başlayabileceğini söylemek mümkündür. Anne ve babanın
kimlik onayı önemlidir. Aile kodları ile okul kodlarının uyum içinde olması da
kaçınılmazdır. Belki bu yüzden okul aile birliği kurulmuştur ama bunun bir işe
yaradığını görmedim. Hiç bir toplantıda ortak değerleri konuşamadık, konuşulan
konular okula yardım ve alınan notlardan öteye gidemedi. Karneyle yatıp
karneyle kalktık, çocuklara bir değer katamadık…
Davranış ve tutumlarımızı, dipte duran kök inançlarımızın yönettiğini
düşünüyorum. Bu kök inançlara kod da diyebiliriz. Eğer davranışlarımız
kodlarımızla çelişkili ise iç kargaşa yaşarız, tutarsız oluruz. Sosyalist olup
kapitalizme ya da kapitalist olup sosyalizme hizmet etmek gibi bir çelişkiden
bahsediyorum. Bu hem kişi için hem de toplum için kaotik bir düzlemdir. Bu
sorunun zihinleri bulandıracağını görmek zor değil. Oysa başka görüşlere alan
bırakarak hoşgörüyle birlikte kendimiz olmak durumundayız, zamanla
değişebiliriz de. Tehlikeli olan ‘hem öyle hem böyle´ olma halini
içselleştirmiş olmaktır. Diğer yandan, değişim, hızla değişen dünyanın ‘olmazsa
olmazı´ dır. Yani değişen dünyaya ancak değişerek uyum sağlayabiliriz. Ancak bu
değişim ‘Birine benzeme´ veya ‘Başkalaşma´ şeklinde yorumlandığında,
zihin bulanıyor demektir. ‘Windows yazılım kodlarıyla Apple cihazı çalıştırmak´
gibidir; çalışmayacaktır. Sandalet üzerine smokin giymek gibidir; gülünç
olacaktır. Kişi ya da toplum olarak başkalaşmak, başkası olmak, taklit etmek,
kopya olmak, yalnızca küçük düşürmez, zihni de allak bullak edebilir. Çünkü bu
defa kök değerler (Kodlar) ile yüzeyde yaşananlar birbiri ile çelişecektir.
Kişi ya da toplum kendini reddetmiş olacak, huzur kaçacaktır. Oysa huzur her
şeydir, o yokken sahip olduğumuz hiçbir şeyin anlamı olamaz. Bireyin iç huzuru
toplum huzurunun temelidir. Birey huzursuz ise toplum da huzursuzdur. Öyleyse
yineleyelim: ‘Hem huzuru savunup hem de kaos değirmenine su taşımak´ ikircikli
olmaktır, ikircikli olmak ise huzursuzluğun ta kendisidir…
Davranış bilimleri bir kuraldan bahseder, der ki: “En fazla, kendinizi
sevdiğiniz kadar sevilir, kendinizi saydığınız kadar sayılırsınız.” Bir başkası
olmaya çalışmak kendini sevmemek ve kendine saygı duymamaktır. Bu kurala göre
benzemeye çalıştığımız kişi veya toplumlar da bizi sevmeyecek ve saymayacaktır.
Doğanın kuralı böyle! Oysa benzemekle rol model seçmek farklı şeylerdir. Rol
modelden sadece ilham alırız, unun elbisesini giymeye çalışmayız, çünkü zaman
ve şartlar değişmiştir. Topluma başkalaşmayı öngören bir kimlik dayatması da
benzer bir gerginlik yaratacaktır. Çünkü dayatmacılık kendi başına bir
örselenme (Travma) sebebidir. Başkasını taklit edenleri görünce dudak
bükmeyenimiz yoktur. Kim bilir Avrupalı bize kaç zamandır dudak büküyor ve biz
bunu göremiyoruz, çünkü başkalaşmayı 200 yıldır başaramadık. Son iki asrın bize
şarkı ile ilettiği bir mesaj var: “Başkası olma kendin ol, böyle çok daha
güzelsin”. Nasıl bir kendilik? Köklerinden ilham alan ve bugüne uyum
sağlayan bir kendilik! Başka birilerinin çakması olmadan…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder